Bu O’nun Hikâyesi…
Herkes kendini anlatmak isterken, ben onu anlatmak istedim… O, sessiz, o lal, o yarım yaşayan adam. Aklıma geldiğinde, elim hep kalbime gidiyor. Ah Bahar, güzel Bahar, güzeller güzeli Bahar.
Yıllar önce, o en yakışıklı, en fiyakalı, toy delikanlı zamanlarıydı. Ele avuca sığmayan biriydi. Hayatını yarım bırakan hikâyesi, arkadaşlarıyla gittiği bir mekânda başlamış. Öyle çapkınca etrafı süzerken, gözleri güzel bir gülüşe takılıp kalmış.
“Bahar’ı ilk gördüğümde, gülüşüne takıldım. Hani vardır ya, böyle güldüğünde ışık saçar; işte beni de böyle bir gülüş esir aldı. Gözlerimi ondan ayırdığım an, oturduğu masaya yakınlaştım ve adını sordum. Baharmış. Tıpkı adı gibi, bahardı,” diye anlatmıştı o ilk karşılaşmayı.
Bahar, yurt dışında yaşarmış. Her yıl tatilini geçirmek için Türkiye’ye gelir, tatil sonunda Almanya’ya dönermiş. Yine böyle bir tatilde tanımış onu.
Hani derler ya, ilk görüşte aşk diye; işte onların aşkı da böyle başlamış. Tatil boyunca birlikte dolu dolu vakit geçirmişler. Ona bakıldığında, gözlerinden Bahar’a olan aşkı anlaşılırmış. Bahar’ın her zaman gülmesini istermiş, gülsün diye elinden geleni yapar, sonra hayran hayran izlerdi. Bahar, bu aşk dolu ilgiden şımarır, ne yapacağını bilemezmiş. Çocuklaşıp dudaklarını uzata uzata nazlanırmış sevdiğine.
Aşkın en güzel yaşı değil midir yirmili yaşlar? Dip dibe olmak, inatçı kavgalar, ardından yüzyıl ayrı kalmış gibi kavuşmalar… Zaman böyle geçti. Yaz tatili sona erdiğinde, Bahar’ın gitme vakti gelmişti ama artık ayrılmak istemiyorlardı. Bu ilişkinin bir adı olmalıydı. Ailesine düşüncesini anlatmaya fırsat bulamadan, Bahar hızlı davranıp tüm bavulunu toplamış ve onu aramıştı: “Ya gelir beni istersin ya da birazdan kaçıyorum sana.”
Telefonu kapatır kapatmaz ailesini apar topar bir araya topladı ve Bahar’ın evine gittiler. Bahar’ı gerçekten elinde bavuluyla kapıda yakaladılar. Nişandan bir yıl sonra düğünleri oldu. Bahar, Almanya’da yaşamak istiyordu, düğün sonrası Almanya’ya taşındılar.
Evliliklerinin ilk yılları çok keyifli geçti. Birkaç yıl sonra küçük kızlarının doğmasıyla mutlulukları daha da arttı. Fakat güzel günlerin üzerinde kara bulutlar gezmeye başladı. O, Bahar’ı çok seviyordu ama Almanya’ya alışamıyordu. Geride bıraktığı ülkesini, ailesini, dostlarını özlüyordu. Bu durum, aralarındaki tartışmaları arttırıyordu. Bahar’a ve bebeğine hiç kıyamazdı ama huzursuzluğu sesini yükseltmesine neden oluyor, aralarına uçurumlar sokuyordu. Bunları kimseye anlatamadı…
Bir gün aralarındaki ufak bir tartışma ailelerin de karışmasıyla büyüdü. Her şey kontrolden çıkmak üzereydi. O, sadece ortamın sakinleşmesini istemişti; bu yüzden ceketini alıp çıkmıştı. Ancak bu hareket, yanlış anlaşılmıştı. Kendini anlatmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Yabancı bir ülkede, parasız ve mutsuz kalakaldı. Bir süre parklarda yaşadı. Bahar’ından ve küçük meleğinden bu meseleler yüzünden ayrı kaldı. Ne kadar da kolaydı bir insanın hayatının altüst olması!
Kimseyle görüşmedi, Türkiye’ye dönmedi. Arafta kalmış bir ruh gibi sıkışmıştı. Akıl sağlığını kaybetmesi uzun sürmedi. Rüya gibi geçen bir sürecin sonunda kendini bir akıl sağlığı merkezinde buldu. Hafızası gelip gidiyordu; aklını kaybetmekten korktuğunda, küçük kızını düşünerek toparlanmaya çalışıyordu.
Ailesi, haftalardır haber alamadıkları oğullarını merak ediyordu. Türkiye’de ailesi onu ararken, o hastanedeydi. Bir süre sonra tedavi işe yaramaya başladı ve hastaneden çıkar çıkmaz Bahar’ı ve kızını görmeye gitmek istedi. Ama korkuya yenik düştü ve ailesiyle iletişime geçerek Türkiye’ye döndü. Ancak çok geçmeden boşanma dilekçesi geldi. O günden sonra içine kapandı, hayattan elini eteğini çekti. Ailesinin işinde çalışmaya devam etti ama gönül kırgınlığı her daim içindeydi.
Zaman geçer derler ama Bahar’la araları düzelmedi. Boşanma gerçekleşti. Kızını düzenli arardı ama onu ancak Türkiye’ye geldiklerinde görebiliyordu. Aşkı ve hasreti hiç bitmedi ne kızına ne de Bahar’a.
Bir gün gelen telefon, hayatını altüst etti. Bahar, kanserdi. Daha otuzunda bile değildi. Bu amansız hastalık, onları yasa boğdu. O yaz Bahar ve kızı Türkiye’ye geldi. Yıllar sonra Bahar’ını yeniden gördü. Ama bu sefer umutlar tükenmişti. Bahar, hastalığa karşı direnemiyordu. Sonunda Almanya’ya döndüler ama tedaviler işe yaramadı. Bahar, ölümü kabullenmişti. “Merak etme, seni görmeden ölmeyeceğim,” demişti.
Bahar, son bir kez Türkiye’ye döndü. Bir hafta boyunca diz dize vakit geçirdiler. Kimse ne konuştuklarını bilmez. Sonra bir gün haber geldi: Bahar öldü. Bahar’a ölüm hiç yakışmadı. Daha otuzundaydı, anneliğin başındaydı.
Bahar, köyde defnedildi. Küçük kızı, toprağın yanından bir an olsun ayrılmadı. O ise Bahar’ının cenazesi geldiğinde, tutmak isteyenleri uzaklaştırarak, “Bırakın, yakarsınız canını!” diye feryat etmişti.
Mezarlığa gelindiğinde, Bahar’ı kendi elleriyle toprağa koydu. Ne kadar acıdır sevdiğini toprağa bırakmak. Mezarlıktaki herkes uzaklaşırken, onu aradık. Geri döndüğümüzde, mezarın başında hıçkırarak ağlıyordu. Bahar’ı bırakamıyordu. En sonunda kızı geldi, birlikte ağladılar. Küçük kızı babasına sarılarak onu mezarlıktan uzaklaştırdı.
Bahar, ölmeden önce ona, “Kızımıza bizi anlat,” demiş.
Sen ona, “Kızımıza bizi anlat” dedin. Şimdi ben koca Marmaris’e seni anlatıyorum.
O mu?
O BENİM ABİM